Selamlar gezmeyi seven dostlarım, ben Figen Demir Kardeş. Doktorum, anestezi uzmanıyım, iki oğluş, bir köpüşün annesi, biraz ucundan iş kadını, son yıllarda da gece-gündüz yazan; ilk kitabının yazarı; yazmaya doyamadığı için bir blogger olup bizim camiada ‘hunili doktor’ olarak tanınmaya başlayan; 15 bin birbirinden değerli kadın hekimi biraraya getirdiği bir grubun kurucusu, hayatı seven bir Cumhuriyet kadını; iyiliğin gücüne ve bilimin ışığına inanan bir bilim kadınıyım.

 

Sevgili Bihter Gördü; bana ‘geziyle’ ilgili bu güzel projeyi getirdiğinde çok mutlu olmakla birlikte endişe ve merakımı dile getirdim: ‘Ben şu an doktorluk, annelik, iş-güç derken çok gezemiyorum ki; gezi konusunda ne yazabilirim?’. Son derece açık; ne düşünüp nasıl konuşuyosam, öyle dümdüük yazım tarzımı bilen ve sağolsun seven Bihter; ‘gezi sadece gidip görmek değil, hissetmektir; ruha da yolculuk olur’ gibi felsefi bir yaklaşımla beni rahatlatınca; evet buldum: Bir anestezi hekimi olarak her gün bilinçaltlarına gezi yapıyor; en çok insanla uğraşan mesleğin; gözlem yapmayı çok seven bir üyesi olarak; ‘tüm insanların hayatına’; hatta branşım gereği, ‘resüsitasyon’ yani çok basit tâbirle ‘öleni geri döndürme’ işiyle ‘tüm insanların ruhlarına’ yolculuk yapmıyo muyum?? E ben de bari onu yazayım dedim: Hayata yolculuk… (Biraz zorlama oldu ama idare edin, emin olun hunisini takmış, hayata değişik açıdan bakan bir deli doktorun yazdıkları sizi hiç sıkmayacak; umarım birlikte gülüp, düşünüp, sorgulayıp, yuvarlanıp gidicez!)

 

‘Çok okuyan mı, çok gezen mi bilir?’ klişe tartışmasına ‘gezen değil bakan, bakan değil gören, gören değil ‘yaşayan’ bilir’ diyerek kendi adıma noktamı koyuyorum. İnanın dostlar, fizyolojik ve anatomik olarak ‘göz’ gördürür ama aynı işlevdeki her göz, sahibine göre görüntüyü farklı iletir beyne… O yüzden aynı manzaraya bakıp kimimiz güler, kimimiz ağlar, kimimiz korkarız. Ya da bir gezi rehberinde daha önce gittiğimiz bir yeri okururken şaşırırız ‘allaalaaah ben de gittim buralara, ben niye bunları hiç görmedim ki?? Ben siz gezisever dostlarım için işte tam da bu noktada devreye girip; size ‘keyif alarak, yaşayarak gezmeyi’ anlatmaya çalışacağım.

 

Anestezi yaşamla ölüm arasındaki çizgide, azraille yarışan, çok ilginç bir branştır. 20 yıllık hekimlik hayatımda yaşadıklarım, gördüklerim bana hayata dair tek bir şey öğretmiştir: Özdemir Âsaf’ın o muhteşem dizelerindeki gibi ‘Bir bakmışsın saat üç, bir bakmışsın saat hiç!’…

 

Acilde önce bir ambulans sireni duyarsın, sonra içeri alınan sedyede son nefesini almaya çalışan bir kadın vardır. Belki bir saat önce ‘akşama görüşürüz’ diye oğlunu öpen bir anne veya öğle arasında keyifli bir yemek yiyen bir iş kadını… Kalp masajıyla hayata döndürmeye çalışırken ne o haberdardır o gün hayatının son günü olacağından, ne de biz biliriz bir saat sonra başımıza ne gelebileceğini. Öyle basit, öyle anlamsız, öyle kısa bir hayat… Bununla ilgili yazdığım bir öykümü sizlerle paylaşmak istiyorum:

 

“Gözümü yavaşça araladım; çok ışık, çok gürültü… Koşuşturan insanlar ve o lanet olası ses: dıt dıt dıt. Göğsümde sanki bi ton ağırlık var nefes alamıyorum, ağzımın içinde kan tadı, yutkunamıyorum; küçükken kardeşimle denizde nefes tutmaca oynar sıkıldıkça suyun dışına çıkıp tüm havayı ciğerlerimize doldururduk. Şimdi de yüzeye çıkmam lazım ama olmuyor çıkamıyorum, nefes alamıyorum! Saniyeler geçtikçe beyaz önlüklülerin görüntüleri soluklaşırken her taraf kararıyor. Kapkaranlık suların derinliklerine doğru hızla çekiliyorum: Elveda hayat, elveda hayallerim!

İşte yine o ses: dıt dıt dıt. Gözümü zorla aralıyorum; duvarda yazıyor burası yoğun bakım ünitesi. Dişimi sıkınca ağzımda bi tüp olduğunu anlıyorum, nefes almaya çalışıyorum ama hayır yetmiyor! Şu ağzımdaki tüpü çekip çıkarasım, ağzımı kocaman ayırarak tüm havayı içime doldurasım geldi ama elimi hissetmiyorum, benim değil sanki… Elim, kolum, vücudum bana yabancı, ayrı dillerden konuşuyoruz,  hiçbir komutumu algılamıyorlar.

O sırada bi doktor grubu başımda toplanıyor; genç olanın anlattıklarından anladığım kadarıyla beyin kanaması geçirmişim. Ama ben gencim, çocuklarım küçük, hiçbir hastalığım yok nasıl bu hale gelebilirim? Böyle şeyler dizilerde olur, benim başıma niye gelsin ki? Daha çocuklarımın bana ihtiyacı var, kocamla emekli olup dünyayı gezicez, kızımla birlikte gelinliğini seçicez, torunlarımı sevicem daha…

İşyerinde terfi alamayışım, çocukların kavgası, huysuzluğuna, yorgunluk, uykusuzluğa sızlanışım; kocamın ilgisizliğinden yakarışım, veremediğim kilolar, alamadığım ev; herşey, herşey ne kadar boşmuş! Şu an kendim nefes alıp, ellerimle çocuklarımın saçlarını okşayıp onları koklayabilmek için neler vermezdim! Gözyaşlarım süzülürken, kulağımda yine o lanet ses: dıt dıt dıt…”

Hayatın tüm keyiflerini yaşamak gerek, gezmek- görmek, yeni tatlar, yeni yerler keşfetmek! En karamsar anda ‘sağlıklı alınan tek bir nefes’ için umutlanarak, toparlanıp yeniden yaşayarak… Bu ilk yazımda içinizi karartmak değildi amacım ama ‘hayatı sevmek, ânı yaşamak, her güzelliği dibini kazıyarak yemek’ için bunları her gün hatırlamak gerekir.

Bunları düşünelim ki, hep emeklilik için ertelediğimiz o istediğimiz geziyi bekletmeden yapalım, şu kısacık ömürde kaşarı Kars’ta, kebabı Adana‘da, sütlacı Trabzon’da yemeden ölmeyelim! Bize verilen hayatın keşke müsveddesi olsa; ‘birini bu hatalarla yaşadım, bunları düzeltip ikinciyi şöyle yaşıycam’ deme şansımız yok ne yazık ki! O yüzden lütfen yapmak istediğiniz gezileri; bu rehberle planlarken bu hunili doktorun sözlerini aklınıza getirin. Sevgiyle, keyifle yaşayın!

©2024 Anadolu Gezi Rehberi

veya

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

veya

Create Account