Tarihin babası Heredot’un tabiriyle, “en güzel gökyüzü altında, en güzel iklime sahip yer” Alaçatı. Kitab-ı Bahriye’de Piri Reis’in “Rüzgarı eksiksiz, denizi yufka” olarak tanımladığı Alaçatı. Bana göre ise, rembetiko kültürü etkisinde kalmış safaya düşkün, yarınını dert etmeyen, büyük kentlerin kültürel marjinalliğe sahip insanlarının buluştuğu yer Alaçatı.

 

Önce İyonyalılar’ın, sonrasında da Bizanslılar’ın bilim, felsefe ve sanat beşiği Agrilla’sı.

Sonraları Alacaat Aşireti’nin piyade ve suvari birliklerinin kurulduğu Alacaat Köyü.

Rumlar’ın dünyanın en güzel şaraplarını ve zeytinyağını ürettiği Alatsata’sı.

Şimdilerde bizlerin ot festivali,  dünyaca ünlü uçurtmacıların katıldığı uçurtma festivali ile bildiğimiz, dünyanın en ünlü sörf merkezleri arasında andığımız, Alaçatı sokaklarını gezmek isterdim.

Alaçatı’nın dar sokaklarını gezdiğimiz zaman, saydığım bu isimleri taşıyan kafe, lokanta ve barlarla karşılacağımız için bilelim istedim.

 

Gidenlerin vazgeçemediği, gitmeyenlerin kendisine çizilen imajdan dolayı görmek için can attığı Alaçatı’ya ilk kez gidecektim. Bilenlere sordum, dediler ki eğer Alaçatı’da kalmayacaksan, gündüzü ve gecesi çok farklı olan Alaçatı sokaklarını bir gündüz gözüyle bir de gece gözüyle görmelisin. Ben de öyle yaptım, kendime günübirlik Alaçatı turu düzenledim ve gezdim.

Balkan, Ege, Rum ve Anadolu ruhu karışımından oluşan Alaçatı sokaklarına girmeden önce 2 değirmen karşıladı bizi.

Adeta yoldan geldiniz ya, değirmende bir yorgunluk kahvesi içip, damla sakızlı kurabiyelerimizden yiyip soluklanıp gezmeye öyle başlamalısınız diyordu aslında Alaçatı, size tavsiyem kendisinin çağrısına uyun ve enfes bir türk kahvesi için. Zira ben öyle yaptım.

Ardından cicili bicili takı tezgahları ile sizi gezmeye davet eden, aynı zamanda hediyelik eşyalar da satan dükkanlardan gözlerinizi alamayıp çılgınca gezip alışverişinizi yaptıktan sonra ikinci molanızı da İmren Pastanesi’nin enfes sakızlı dondurmasını yiyerek verebilirsiniz.

Yol boyunca size eşlik eden rüzgar gülleri, masmavi huzur saçan denizi, pırıl pırıl ta içinize kadar işleyen ve ısıtan güneşi ve tarihe adını yazdırmış rüzgarıyla, en az 200 yıllık rengarenk cumbalı taş evleriyle, Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla, dalından reçineler damlayan sakız ağaçlarıyla, göz zevkiniz okşanıyor Alaçatı’da.

 

Eğer akşam saatlerinde Alaçatı’ya geliyorsanız, şirin şirin kafeleri, şık restoranları, özellikle iki lafın belini huzurla kıracağınız meyhanelerini göreceksiniz. Eski Beyoğlu’na çıkar gibi, en göz alıcı  şıklıkta giyinmiş, mis gibi kokuları sürünmüş hanımlar ve beylerle karşılaşacaksınız.

Sonra sokaklarda birer ikişer tur atan hanımlar ve beyler piyasa mekanlarına oturuverecekler. Oturmasına da bu insanlar neden ters oturmuş diyeceksiniz kendi kendinize ve gözlemlemeye koyulacaksınız insancıkları ve de çok eğleneceksiniz, demedi demeyin.

Sokağın ortasında açık bir kafe düşünün masalar ve sandalyeler konulmuş. Ancak bu masa ve sandalye de, hadi tek oturanları saymıyorum, ama istisnasız herkes, sokağa dönük oturmuş. Kimse birbiriyle ilgilenip sohbet etmiyor, herkes gelen gideni izliyor.

Hadi sokağı izlediniz izlediniz, birbirinize dönüp bunun kritiğini neden yapmıyorsunuz, amacınız ne diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Yazımı okuyanlar arasında bir fikri olanlar varsa, paylaşırsa bende aydınlanmış olacağım sevgili okur. Beni özleyin.

©2024 Anadolu Gezi Rehberi

veya

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

veya

Create Account