Merhaba yeni güne, yeni haftaya, yeni aya ve merhaba sizlere… Uzun yıllar başkası hatta başkaları adına düşünüp yazmış biri olarak kendimi anlatmak ve kendim olmak konusunda biraz bocalayabilirim. Şimdiden kusurumu mazur görün.

Ben Semiha nam-ı diğer Samiha… Kod adı gibi oldu. 0041 Samiha diyelim de tam olsun bari… Yok yok öyle ajan falan değilim. Yani takma adı kullanmamın farklı bir sebebi var. Biraz özgeçmişimi özet geçip o konuyu anlatayım.

İletişim fakültesi gazetecilik bölümü mezunuyum. Uzun yıllar alanımla ilgili özel kuruluşlarda son olarak da bir kamu kurumunda çalıştım. İki ay oldu, 11 yıl çalıştığım son iş yerime veda edeli… Şimdi işsizim demeyeyim de geç gelen özgürlüğün keyfini çıkarıyorum avuntusuna sarılayım. Havamız olsun, hem ağzımızın tadı da kaçmasın…

Hem ne demiştir Hz Mevlana… “Her gün bir yerden göçmek ne iyi. Her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş. Dünle beraber gitti cancığazım. Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

Kesinlikle yeni şeyler söylemek, yeni şeyler keşfetmek lazım hayatta. Ben de bu kez kendimi keşfetmek, yeni bir şeyler söylemek için çıktım yola.. Yeni bir yemeği tatmak gibi hayatın farklı tatlarını da denemek istedim. İşte Samiha, Semiha’nın hayatındaki boşluklardan doğdu.

Semiha’nın içinde büyüttüklerinden gün yüzüne çıktı. Yeni bir isim yenilikti, tazelik demekti. İlk adımdı. Hani kendimizi iyi hissetmek için saçımızda değişiklik yaparız ya… Onun gibi bir şey.

Benim hayatımda değiştirmek istediklerim bir saç kadar tatmin etmeyeceği için de sil baştan başlamak istedim açıkçası.  Semiha, dışa dönük gibi duran fakat her şeyi içinde yaşayan bir kadındı. İçine çekilmiş, yalnız bir kadındı.

Aynada gördüğü yüze bile yabancıydı. Depresifti yani… Son bir kaç yıldır hayatıyla ilgili bir şeyler yapmaya çalışıyordu.

Hayatına kattığı ilk farklı şey bir müzik grubuyla çalışmaya başlaması oldu. Hayatı müzikle birlikte renklenmeye başladı. Kilo verdi, saçlarını değiştirdi, stilinde farklılıklar yaptı. Hatta daha genç hissediyordu.

Fakat dahil olduğu müzik grubuna bir türlü tam anlamıyla kendini kabul ettiremiyordu. Evliydi, çocuğu vardı ve çok da genç sayılmazdı. Bu yenilenme süreci çok sürmedi. Müzik grubu dağıldıktan ve tekrar her şey eskisi gibi olmaya başladıktan sonra yine saldı kendini.

İşten eve, evden işe hayatını ailesine evine adamış bir kadın oluverdi. Kendini maaşlı çalışan bir köle gibi hissediyordu. Ama hayata olan açlığı onu içten içe eritiyordu. Bedeni tekrar şişmanlıyor fakat arzuları, hayalleri, ruhu zayıflıyordu.

Bir şeyler yapmalıyım dediği vakit üyesi olduğu Gazeteciler Cemiyetinin Yüksek Lisans Sertifika Programını duydu. Fırsatı kaçırmadı. Programa kayıt oldu, bitirdi, sertifikasını aldı, artık okul dönemi başlamıştı. O bir Yüksek Lisans öğrencisiydi.

Geç saatlerde iş yerinde çalıştığı bir vakit yüksek lisans yapan arkadaşlarının “Herkes çıktı aya sen kaldın yaya” sözlerine inat belki de yapmıştı Yüksek Lisansını.. Hala bu soruyu sorsa da kendisine cevabını bilmiyor. Bu konuda tek bildiği okul koridorlarının yeni defter kokusunun ona çok ama çok iyi geldiğiydi.

Eeee okulda bitti şimdi ne yapacağım dediği vakit cesaretini topladı. İstanbul’un yolunu tuttu. Bahsetmedim değil mi? Semiha 20 yılda 1500 beste yapmış bir kadındı ayrıca. Böyle bir yeteneği de vardı. İçini şarkılara dökmüştü onca yıl.

“Kalemi aldım yine
Birleştirdim heceleri,
Aşk, acı gözyaşı, ayrılık daha niceleri,
Ne zaman aklıma gelsen doldururum dizeleri,
Gündüzler değil, ama kör olsun geceleri” dedi bazen…

Bazen de… “Son pişmanlık fayda etmez ne söylesem boş yalnızlık bir bana kaldı. Ağlasam sızlansam, haykırsam yalvarsam da geri dönmez onu Allah aldı” dedi 40 yıllık hayat arkadaşını kaybeden adamın ardından… Bazen çok mutlu oldu. Eğlenceli şeyler de döküldü dizelere…

Geceler şarkısını havuz başında yazdı mesela. Her ne kadar yine sözlerinde ayrılık olsa da ritmine o andaki neşesini kattı. Aslen Rizeli olduğu için bu şarkısını biraz baharatlamıştı.

“Geceler geceler ah o uzun geceler
Ayrı sevda çekenler da sevduğuni heceler
Dediler dediler dedikodi ettiler
Aramıza girdiler da ah o Kara Kediler” dedi bu kez.

Hem sahnede yaşadığı sıkıntılar, hem de çevresinde şarkı söylemesini istemeyen insanlar nedeniyle özgüveni kırılmıştı bir kere. Sahnelere küstü, bırakın şarkı söylemeyi mırıldanmadı bile…

Ama içindeki ateş de sönmüyordu. Gece rüyalarına giriyor, bilinçaltı onu rahat bırakmıyordu. Her gece yeni bir beste yapıyor, bunu durduramıyordu. Bunu bir işaret olarak, bir mesaj olarak görmeye başladı. Şarkı söylemeyebilirim, ama bestelerimi başkaları okuyabilir diye düşündü.

İstanbul’da birkaç görüşme yaptı. Hem Avrupa hem Anadolu yakasındaki yapımcı birkaç şirketi gezdi. Hatta kitap fuarına gelen Ahmet Selçuk İlkan’a bile bestelerinden bahsetme fırsatı olmuştu. İlkan kendisine “Sen oku youtube koy, artık işler oradan yürüyor” demişti.

Derdini anlatamıyordu, okumak istemiyordu, okutmak istiyordu. Ama sakalı yoktu ki sözü dinlensin. Piyasada bu kadar insan varken aralarından sıyrılmak da hiç kolay değildi. Ama her yıldığında hayat sanki ona yeni bir işaret gösteriyor, heyecanını canlandırıyordu.

İstanbul’da yaptığı en son görüşme neticesinde artık yıldı, son bir hamle “Tamam ben okuyacağım” dedi. Ve stüdyoya girip “Geceler” şarkısını seslendirdi. Müzik bilgisi yoktu, ciddi bir sahne deneyimi de yoktu. Ama kızı da en az onun kadar bu işi yapmasını istiyordu. “Anne şarkıların çok güzel insanlar bunları duymalı” diyordu. Eşi de destekliyor, yanında olduğunu hissettiriyordu.

Şarkının stüdyo okumalarını bitirdiği hafta çok kötü bir şey oldu. Kızında son zamanlarda burun kanamaları vardı. Birkaç kez doktora gitmişlerdi ama kanamaların önemsiz olduğu söylenmişti.

Ama kanamalar kesilmeyip şiddetlenince korktular. Doktorun daha detaylı muayenesinde karın bölgesinde bir kitle fark edildi. Görüntülü çekimlerle böbrekte bir tümör tespit edildi. Şarkılarını piyasaya sürmenin hayalini kuran Semiha’nın artık rotası şaşmıştı. Yaşadığı bir anne için öyle acıydı ki düşünün ki hala acısını anlatacak şarkıyı yazamadı. Sonra ameliyat kemoterapi süreci başladı.

Artık duyduğu tek şarkı annelerin ağıtlarıydı… Bıraktı, tövbe etti şarkılara… Bu süreçte birçok Onkoloji annesi ile tanıştı. Kendi acısını bastırıp onlara koşmaya çalışıyordu. Çünkü ertesi güne çıkamayacak yavrular vardı. Onun yavrusu yaşıyordu ve günden güne iyiye gidiyordu. Derdinden daha büyük derdi olanları görünce ağlamak dövünmek yerine ayağa kalktı. Dik durdu.

Sabahlara kadar uyku uyumasa da yılmadı, kendine ve gördüğü her acılı anneye yardım etmeye çalışıyordu. Çünkü yaşadıkları acıyı yaşamıştı. Normal doğum yapmamıştı, ama hani bu bütün kemiklerinin kırılmasıyla eşdeğer bir acıymış ya, düşünün ki böyle bir acı hiçbir şeyle eşdeğer tutulamayacak büyüklükteydi, tarifi yoktu.

Zor günlerden yavaş yavaş güneşli günlere geçtiler ailece. Kızı düzeliyordu, tedavisi bitmiş kontrolleri başlamıştı. Çok iyi bakılması gerekiyordu, Doğal ürünler bulmak için yolları aşındırdı, doğal tedavi ile alakalı kitaplar aldı, okudu, uyguladı.

Ama çok yıpranmıştı, yorulmuştu, işine konsantre olamıyordu. Bir tercih yapması gerekiyordu. İşinden ayrılmalı çocuğuyla ilgilenmeliydi. Her anne böyle yapardı. Eşiyle uzun uzun konuştular. Önce çocuğumuz dediler.

Durumu işyerindekilere anlattı, onlar da olumsuz karşılamadı. Bestelerini satma hayaliyle yola çıkmıştı, şimdi işsiz de kalmıştı. Sağlık olsun dedi hep gerisi teferruattan ibaret.

Kızını ziyarete gelen arkadaşları kendisine müzikle ilgili planlarını sormaya başlamıştı. Yapmayacağını, o defterin kapandığını, sadece çocuğuyla ilgileneceğini söyledi.

Bir taraftan hastanede tanıştığı annelerle iletişimini sürdürüyordu. Kimisinin kocası işsizdi, çocuğunu hastaneye getirecek otobüs parası bile bulmaya zorlanıyordu. Arkadaşlarının da önerisi ile hasta çocuklara faydalı olabilirim düşüncesiyle yine kolları sıvadı. Zaten elinde parası ödenmiş, stüdyo okumaları bitmiş, aranjesi yapılmış bir şarkı vardı.

Geceler…

Klip çekmeye karar verdi. Basın sektöründe olduğu için çevresi genişti. Arkadaşlarına rica etti. Çalışmanın sosyal faydasından bahsetti. Onlar da seve seve kabul ettiler. Klibin tüm gelirini kanserli çocuklara bağışlama kararı verdi. Ve yapacağı her çalışmada artık onların da bir payı olacaktı.

Klip montajı bitip yayına hazır hale gelince de eski Semiha olarak tanınmak istemediğini anladı. Bu nedenle isim arayışına girdi. Çok kendinden uzak da olmamalıydı ama eskisinden de farklı olmalıydı.

Semiha eli açık cömert demekti, isminin anlamını çok seviyordu. Aslında sorunu ismiyle değil, kendiyleydi. Bir gün bir arkadaşı kendisine Samiha diye seslendi. Arkadaşları Semoş, Semiş, Sem şeklinde seslenirdi ama ilk kez Samiha diyen olmuştu.

Buldum dedi, Samiha…. Üstelik ismin anlamı da değişmiyordu. Yaptığı araştırmalarda Türkiye’de Samiha adında sadece ünlü Türk edebiyatçı Samiha Ayverdi’nin olduğunu görünce ismini daha bir sevdi.

İşte Samiha buradan doğdu.

Siz isminizi değiştirmek zorunda değilsiniz, hayatınızda bir şeyler değişsin istiyorsanız, önce kendinizi değiştiren derim. Sizi mutsuz eden kılıflarınızdan kurtulun. Arının, arınmak iyidir. Ve iyilik yapın. Hayatın gerçek anlamı bu bence.

Ne yaptığımızın ya da ne olduğumuzun bir önemi yok. İyi insan olmaktır mühim olan gerisi teferruattan ibaret. Bir sonraki yazıda buluşmak üzere.. Hadi kalın sağlıcakla.. İyi olmayı deneyin, bakın çok iyi gelecek… Unutmayın iyilik tüm kilitli kapıları açacak gerçek anahtardır.

 

 

©2024 Anadolu Gezi Rehberi

veya

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

veya

Create Account